Kalp cerrahisinde kan transfüzyonu sıkça yapılan bir işlemdir. Gelişen teknoloji ve cerrahi tekniklere rağmen, açık kalp cerrahisinde kan ve kan ürünlerine olan ihtiyaç artmaktadır. Özellikle kardiyovasküler cerrahi ve aort cerrahisinde, özellikle kardiopulmoner baypas ile birlikte, kompleks kardiyak cerrahilerde kan ve kan ürünlerine olan ihtiyaç artmaktadır. Bu ihtiyaç, intraoperatif kanama olasılığının yüksek olmasından değil, çok faktörlüdür. Ekstrakorporeal perfüzyon sisteminde dolaşan kan sırasında mekanik etkiler, trombosit ve pıhtılaşma faktörlerinde azalmaya neden olur. Ayrıca, hemodilüsyon, hemostatik sistem aktivasyonu ve hipotermi, intraoperatif ve postoperatif dönemde kan kaybına neden olur. Bu da kan transfüzyonuna yol açar. Ayrıca, kardiyak hastalarda kritik dokuların oksijen ihtiyacı ve sunumu hematokritten kaynaklanır. Bu durum eritrosit süspansiyon transfüzyonunun önemini artırır. Tüm bu nedenlere rağmen, kan transfüzyonu yüksek maliyetli enfeksiyöz ve enfeksiyöz olmayan komplikasyonlara neden olur. Enfeksiyöz komplikasyonların önlenmesi, gelişen teknolojinin yardımıyla artık mümkündür. Bu nedenle, günümüzde enfeksiyöz olmayan komplikasyonlar daha belirgin hale gelmektedir. Kritik hasta olan tüm kan ve kan ürünleri transfüzyonu gerektiren hastalarda, kardiyovasküler cerrah ve anestezi uzmanının intraoperatif ve postoperatif süreçlerde kan transfüzyon gereksinimlerini optimize etmesi önemlidir. Kan transfüzyonunda ana amaç, eritrositler, trombositler, lökositler, pıhtılaşma faktörleri ve plazma faktörleri de dahil olmak üzere kan hacmini kırmızı kan hücreleriyle değiştirmektir. Ayrıca, transfüzyon sırasında ortaya çıkabilecek en küçük olası semptomun hayati tehlike olabileceğini düşünerek gerekli tedavi protokolünü hemen uygulamak gerekmektedir. Kan transfüzyonunun tarihçesi, 1666'da Richard Lower tarafından köpekler arasında yapılan ilk kan transfüzyonuyla başlamıştır. 1667'de Denis tarafından ilk insan kan transfüzyonu gerçekleştirilmiştir. 1818'de James Blundell tarafından insanlar arasında kan transfüzyonu yapılmıştır. 20. yüzyılın başlarında, kan gruplarının keşfi ve kanın uzun süreli depolanması için gelişmeler yaşanmıştır. 1914'te Richard Lewisohn, bugünkü kan bankacılığının temellerini atan kan antikoagülan sodyum sitratın kullanımını önermiştir. 1917'de Oswald Hope Robertson, bir askeri doktor olarak, O grubuyla birlikte Birinci Dünya Savaşı sırasında birçok askerin hayatını kurtarmak için sitrat-glukoz çözeltisi eklemiştir. 1940'ta Karl Landsteiner'in Rh sisteminin keşfi yapılmıştır. 1992'de ise kullanımı artan kan transfüzyonu ile ilgili non-enfeksiyöz komplikasyonlar daha belirgin hale gelmiştir.(AI)
Atıf Sayısı :