Akalazi, yemek borusunun alt özofageal sfinkterin (LES) tam olarak gevşememesi nedeniyle etkilenen bir bozukluktur. Son yıllarda yeni teşhis ve tedavi yöntemleri gelişmiş olsa da, literatürde tanımlanan en eski hastalıklardan biridir. Thomas Willis, 1674 yılında akalaziyi tanımlamış ve yemek borusunun gevşememesine bağlı disfajiyi hafifletmek için balina kemiği kullanmıştır. Hertz, hastalığın yemek borusunun spazmından ziyade LES'nin tam olarak gevşememesi sonucu olduğunu önerdiği için \"akalazi\" terimini oluşturdu. Akalazi, birincil özofageal motor bozukluğun bir prototipi olmasına rağmen, Güney Amerika'da Trypanosoma cruzi paraziti tarafından neden olan endemik akalazi dışında nadir görülen bir hastalıktır. Akalazi, birincil tip ve ikincil veya psödo akalazi (PA) olmak üzere iki tipe ayrılır. Etyolojisi hakkında belirsizlik olduğu için birincil tip akalaziye idiyopatik akalazi (IA) adı verilir ve yaklaşık olarak yılda 100.000 kişide 1 görülür. Yüksek çözünürlüklü manometrelerin (HRM) yaygın kullanımının ardından akalazi insidansı 100.000 kişide 2.3-2.92'ye yükselmiştir.Akalazinin teşhisi ve tedavisi, HRM'nin kullanıma girmesi ve peroral endoskopik miyotomi (POEM) yönteminin tanıtılmasıyla büyük ölçüde zorlaşmıştır. Bu iki yeni gelişme, akalaziye klinik yaklaşımda büyük endişelere neden olmuştur. İki gastroenteroloji derneği, 2020 yılında akalazi kılavuzlarının yeni versiyonunu yayınlamıştır.Akalazinin temel sorunu, LES'nin tam olarak gevşemesine ve yemek borusu kaslarının etkisiz kasılmasına neden olan nöronal yemek borusu pleksusunun dejenerasyonudur. Fizyoloji alanındaki yeni bilgilerle birlikte, dejenerasyonun neyin başlattığı konusunda hala tartışmalar vardır. Erken evre akalazi hastalarının histoloji örneklerinde T hücreleri tarafından yönlendirilen enflamatuar infiltrasyon gösterilmiştir. Otoimmün veya enfeksiyöz nedenlerin LES'nin miyenterik pleksusuna bağışıklık tepkisi başlattığı öne sürülmüştür. Akalazi hastalarında miyenterik nöronların otoantikorları tespit edildiği gösterilmiş olsa da, diğer çalışmalar aynı antikorların gastroözofageal reflü (GER) hastalarında da eşit olarak bulunduğunu göstererek bu sonuçları tekrarlamamıştır. Başka bir mekanizma olarak, enfeksiyöz ajanlarla ilişki ve miyenterik pleksusun dejenerasyonu arasında olası bir ilişki öne sürülmüştür. Literatürde çelişkili sonuçlar bulunmaktadır. Bazı çalışmalar, HSV-1 antijenlerine yanıt veren oligoklonal T hücrelerini tanımlarken, bazıları kontrol grubundaki HSV için negatif PCR tespit etmiştir.(AI)
Atıf Sayısı :