Bir anlatının başlangıcı kadar sonu da önemlidir. Kapanış, bir
anlatıyı okuyup bitirdikten sonra ora da biter mi, yoksa
okurun kafasında devam mı eder? Anlatının son cümleleriyle, son sayfada mı
biter sözler /sözcükler, orada durur mu
hayat? Son diye bir şey var mıdır? Bu sorular yeni değildir, hep olmuştur,
olacaktır da. Başlangıç noktasını tam olarak belli olmadığı bir anlatının
sonunun da açık olması beklenemez. Doğumu gibi ölümü de soru işaretleriyle doludur anlatı dünyasının.
Her anlatı kendi olmayan başlangıcını
yarattığı gibi olmayan sonunu da
yaratır ki, her anlatı, ilk ve son sözle ya küllerinden yeniden doğarak başka
metinlere başlangıç veya kapanış olarak başka başka karakterlerin/hayatların
dünyasında veya okurun imgeleminde ya yaşamaya devam ederler ya da
ölürler. Estetik bir nesneye dönüşen anlatının söyleyeceği çok şey olduğu gibi,
anlatıyı anlatacak olan eleştirmenin de anlatacağı çok şey olacaktır. O nedenle
bir eleştirmenin/okurun anlatı üzerine anlatısı nasıl bitecektir, bitiş noktası
nasıl olacaktır? Eleştirmenin son sözüyle anlatı bitmiş mi olacaktır? Veya
başka başka söylemelere kapı mı açacaktır? Anlatı anlatanı beslediği gibi,
anlatan da anlatıyı beslediğinden bu noktada edebiyat kuramı ve eleştirisi
anlatılar için büyük bir nimettir aslında. Bu bölümde Anlatı Üzerine
Anlatı'da, "Anlatının Başlangıcı" bölümünde yer verdiğimiz Samuel
Beckett'ın Oyunsonu (Endgame, 1957)
oyunu, Charles Dickens'ın İki Şehrin
Hikayesi (A Tale of Two Cities, 1859) romanı, Leylâ Erbil'in Hallaç (1960)'ta yer alan
"Öykü" adlı öyküsü, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "İnsanlar
Arasında" şiiri ve John Milton'ın epik şiiri Yitirilen Cennet (Paradise Lost, 1667) "Anlatının Sonu"na
konuk olacaklar. Oyunsonu'ndan
başlayarak sırasıyla metinlerin kapanış bölümlerine, yani bu kez anlatıların
sonlarına söylem üzerine söylemlerle dokunmaya çalışacağız.
Atıf Sayısı :